Ulu Ozanlarımızdan ŞAH HATAYİ
Şah İsmail: safevi ler soyundan Şeyh Haydar’ın oğlu olup 1487 yılında Erdebil’de doğmuştur Annesi Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın kızı. Alemşah Begüm’dür.
Dedesi Şeyh Cüneyd ( öl.1460 ) ve Babası Şeyh Haydar’ın ( öl. 1488 ) Şirvan şahları tarafından öldürülmesinden sonra, çocukluğunun ilk yıllarını İstahar kalesinde annesi ve diger kardeşleriyle tutuklu bir hayat yaşiyarak geçirmiştır.
Kısa bir serbestiyet döneminden sonra, Şah İsmailin büyük kardeşi Sultan Ali Akkoyunlular tarafından öldürüldü.
Akkoyunlu tehlikesine karşı babasının has ve sadık müritleri tarafından önce Erdebil’e, oradan da gizlice Hazar Denizinin Güney batısında bulunan Gilan bölgesine kaçırılmış ve orada Lahican şehirinde saklanmıştır.
Dedesinin ve babasının müritleri onu yalnız bırakmadılar, çok gizlide olsa onu ziyaret etmeye devam etiler. Bilhassa Anadolu’dan , diyarbakır karacadağ’dan ve Taliş’ten gelenlerin çokluğu dikkat çekiciydi. Daha sonraları bu sadık bendeleri için söylemiştır.
Kahrına küfrüne cümle dayandım
Evvel ikrar verip dönen gelmesin
Rengi boyasına cümle boyandım
Bu renklere boyanmayan gelmesin
Şah İsmail en esaslı egitimini saklandığ, gizlendigi dönemde aldı. Lahican beyi ona Mevlana Şemsttin Lahici’yihoca olarak tutu. Çok cıdi bir egitimden geçti ve şahlığını ilan edincede bu hocasını Sadr ( başbakanlık ) makamına getiriyor.
13 yaşı civarındayken etrafındaki az sayıda müritleriyle beraber Gilan’dan çıkmış. Uzun zaman saklanması ve her an öldürülme korkusu her gece rüyasına girecek derecede onu etkilemiştır.
Erdebil’e uğrayıp atalarının ve babasının kabrini ziyaret etiğinde, diz çöküp ağliyor ve oldukça derin bir duygu yükü ile yükleniyor. Başını yerden kaldırınca o içinde yıllardan beri taşıdığı korku, bir başak tarlasındaki yaban otları gibi sökülüp atıldığını his ediyor. Mezarın başında ant içiyor, kanınız yerde kalmiyacaktır diye.
Yanında has müritleri ve hocaları olan Şamlu Hüseyin Beg, Halifetu’İ-Hulefa Hadim Beg, Karamanlı Rüstem Beg, Taliş’li Dede Beg, ( Abdal Beg ) Kara Piri Kaçar ve Karamanlı Bayram Beg ile birlikte Erdebil üzerindenErzincan’a gelmiştır.
Coşkulu bir sel gibi Şahı ziyarete gelenler oluyor: Sivas, Amasya , Tokat bölgelerinin yerleşik halkı, Tekelli ( Antakya bölgesi ) Anadoludaki karaman bölgesi , başta Turgutlular olmak üzere Varsaklar ( Tarsus bölgesi ) bölgesi. Bu buluşma olayına tarihçiler << Artık baş ile gövde birleşmiştır >> şeklinde yorumlarlar.
7 bin civarında silahlı mürüdini etrafına topladıktan sonra şirvan taraflarına dönerek hem şirvan şahlarını yeniyor ve daha sonra Akkoyunlularıda mağlup etikten sonra 1501 yılında Tebriz’e girerek başına taç giymiş ve şahlığını ilan etmiştır.
!514 yılındaki Çaldıran savaşına kadar girdigi bütün savaşları kazanmıştır. 1514 yılında 23 Ağustos Çarşamba günü Çaldıranda Osmanlı Sultan’ı Yavuz Selim’ ile yaptığı savaşta yenilmiştır. Alevilerin tarihinde bu güne kara Çarşamba derler. Bir rivayete göre sazların ( Bağlamaların ) siyah kılıfa girdigi gündür.
Bu yenilgiden sora devlet işlerini kendi memurlarına bırakmış, günlerini avlanmak , şiir yazmak ve edebiyatla uğraşmıştır.
1524 de bir devlet adamı için oldukça genç sayılabilecek bir yaş olan 38 yaşında ölmüş. Erdebil’de Atalarının yanına gömülmüştür.
Şah İsmailin dedesi Şeyh Cüneyd Anadolu’da Türkmen boyları arasında dolaşırken Hz. Peygamber’in soyundan geldigini vurgulamış.
Safevilerin seyyid olup olmadıklarını tartışmasız bir şekilde kesin olarak ispatlayan veya yalanlayan tarihi belge ve secereler yoktur. Ancak şurası bir gerçektir ki hem safevi taraftarları ve hem de muhalifleri bunların seyyid olduklarına inanmışlardır.
Şah İsmaili çekemeyen sunni ulama , Şah İsmailin soy kütügünü şahlığının zoru ile ensap defterlerine yazdırğını söylüyor. Bu kesinlikle doğru degildır.
Çükü Şah ismail henüz dünyaya gelmeden tam 130 yıl önce yazımı tamamlanan Safvet’ü Safa adlı kitapta Şah İsmailin atalarından Şeyh Safiyüddinin seyyidliğiyle ilgili kayıtlar vardır.
Şah İsmailin seyyidligini yalnızca Osmanlı red etmiştır. Durum ne olursa olsun vakıa şu ki, müritleri ve sepatizanları tarafından seyyid olarak kabul görmüş, ve onların daha da güçlenmesini , taraftarlarının çoğalmasının nedenlerinden biri olmuştur. Şah İsmail ‘in bizat kendisi bir şiirinde seyyid olduğuna vurgu yapmaktadır.
Adım Şah İsmail Hakk’ın sırrıyım
Bu cümle gazilerin serveriyim
Anamdur Fatıma atam Ali’dır
On İki İmam’ın men dahi biriyem
Anadolu Türkmen aşiretlerinin bu aileye olan bağlılığı oldukça büyüktür. Şeyh Cüneyd öldügü zaman mürütleri şeyhlerinin vasiyeti geregi henüz bir yaşında olan oğlu Haydar’a yanlarında olmadığı halde gıyabında biat etmişler ve onun etrafında toplanmışlar.
Yine aynı durum Şeyh Haydar’ın büyük oğlu Sultan Ali de öldürüldügü zaman yine onun vasiyeti geregi kardeşi İsmail Şeyh olarak kabul edilmiş ve etrafında toplanılmıştır.
Şah İsmail yalnızca safevi devletini kurup geliştiren başarılı bir hükümdar degil, aynı zamanda Şii, Kızılbaş, Alevi inançtaki kitlenin ruhani lideriydi.
Bu kitle Şah’a büyük saygı ve muhabbetle bağlıydı . Şah İsmail , Emevilerin islamiyet anlayışına karşı Hz. Ali ve Ehlibeyitin başlatığı mücadeleyi tavizsiz bir şekilde sürdürüyordu.
Şah İsmail, devlet adına bastırdığı sikkelere On İki İmamın isimlerini yazmakla yetinmedi. Tüm hutbelerde Hz. Ali ve Ehlibeyte yer verdi. İslamın şartlarından biri olan , kelime-i şaha det getirme ifadesinin sonuna << Aliy-ül Veliyullah >> ibaresini getirdi. Burada Hz. Ali’nin ermişligine olan önem vurgulaniyordu.
Camilerde ve toplulukların bulunduğu her yerde Halife Ebu Bekir,Halife Ömer, Halife Osman ile Muaviye ve yezide lanet okuyan Şah İsmail, aksine hareket edenleri katletme emri verdirmişti. Ayrıca adı geçen bu isimlerin kulanılmasıda yasaktı.
Şah İsmail Hz. Muhammedin soyuna yapılan haksızlıklara karşı amansız bir savaş açmış, Ehlibeyt’in en büyük savunucusu olmuştu .
İslam şovenizmi ve Arap ırkçılığı yapan Emevi ve Abbasi düşmanı kitlelerin büyük desteğini almıştı.
Anadolu’da Şah İsmail’e sempati duyan, Ali ve Ehlibeyite sevgi ve bağlılık gösteren önemli bir kitle vardı.
Osmanlı koyu Sunniligi devlet dini olarak seçip Ehlibeyit yanlılarına düşmanca davranmaya başlayınca İran’a ardı arkası kesilmiyen bir Kızılbaş göçü başladı. Bu durum Yavuz Sultan Selimin İran seferine kadar devam etti. Ondana sora ise gizli gizli sürdü.
O yıllarda İran’da Venedik elçisi olan Membre, şöyle anlatiyor;
Tam o gün ( Ağustos 1539 ) Erzincan’dan Türkmen Ali adında biri sekiz yüz ev ile Şah’a gelmişti. Altı yüz kadarda silahli adamı buluniyordu. Şah’ın etrafında << Hallah , Hallah >>diye bağıriyorlardı. Şah da onları teker teker kabule başladı. Her içeri giren onun ayağını öpüyordu. Şah onlara taç veriyor onlarda hediyelerini sunuyorlardı. Şah onları memleketin üç kısımına dağıttı: Horasan, Şirvan, Aras.
Adanadan bir adam geldi, getirdigi hediyelere karşılık Şahtan bir mendil almakm istemiş. Mendil alan Türk , ellerini kaldırıp Şah , Şah deyip başını yere koydu. Bunun ne olduğunu sordum bu bir teberrük (Hediye ) olduğunu söylediler. Türkün babası evde hasta yatarken rüyasında şahı görmüş , iyileşmek için o mendili elde etmek istemiş.
Anadoluda kızılbaşlar bu gidiş ve gelişleri hiç ama hiç kesmediler. Osmanlı sultan’ları bunu biliyordu ve halk takip etiriliyordu ve göz dağı veriliyordu.
Yavuz İran seferi dönüşünde (1518 ) Bolu kadısı Mevlana Hişam’ın Şah İsmail ile ilişkisi olduğunu haber aliyor. Gönderdigi askerler kadıyı Merzifonda yakaliyarak halkın gözü önünde astı.
Yavuzun İran seferi Şah İsmail ve kızılbaşlara önemli bir darbe vurmuştu. Kızılbaşlara karşı devlet terörü almış yürümüş,
Anadoluda Osmanlıya karşı Alevi başkaldırılar artmıştı. Aslında sorunun temeli salt dinsel degildi. Temelde ekonomik ve sosyal karekterli baskılar yatmakta idi. Osmanlının sömürü ve baskı rejimine karşı, Eşitlik ve adalet bahşeden İran şahlarını kurtarıcı olarak görüyorlardı. Şaha 12 İmam ( Mehdi) gözü ile bakiyorlardı. Bir gün gelip kendilerini kurtaracaklarına inaniyorlardı. Anadolu insanı bu inançtan aldığı güçle toplumsal haksızlıklara karşı isyan ediyordu. Osmanlı zülmünü yaşiyan Alevi Kızılbaş kitleler için ayaklanmadan başka yol yoktu.
O dönemin Alevi Ozanı Pir Sultan Abdal halkın Şahlara olan özlemini şöyle dile getiriyordu.
Hak’tan inayet olursa
Şah Urum’a gele bir gün
Gazada bu Zülfükar’ı
Kafirlere çala bir gün
Şah İsmail Hatayi Mahlasıyla ünlenmiş Alevi Bektaşi Ulu Ozanları arasında yerini almıştır. Sanatçı kişiliği çok zor koşullardaki çocukluğu sırasında oluştu.
Nesimi ve Fuzuli arasındaki dönemin en güçlü şairlerindendir.Hece vezniyle yazdığı şiirleri Anadoluda gelişen tekke edebiyetını büyük ölçüde etkiler.
Şah ismail On iki İmamı öven şiirlerinin çoğunda önce Hz. Peygamberi, sora Hz. Ali’yi övmekle işe başlar. Ardından diger İmamları överek devam eder.
Muhammed Aliyi candan sevenler
Yorulup yollarda kalmaz inşallah
İmam Hasan’ın yüzün görenler
Hüseyin’den mahrum olmaz inşallah
İnandığı dava uğruna mücadelede verdigi ikrara sadık kalınmasını hep telkin etmiştır. İkrarında duranın demine Hu… çeken Şah Hatayi’dır.
Şah hatayi der sırrını
Ortaya koymuş serini
Nesimi gibi derisin
Yüzen gelsin işte meydan
Bu deyişler aradan geçen 500 küsür yıla rağmen Alevi cemlerinde zakirlerin elindeki telli kurran denilen sazlar eşliginde çalınıp söylenmektedir. Hatayi dervişlik boş sözlerle , sadece söyleşi ile olmaz diyor. Gönülden kavrama ve sezme gücüne sahip olması gerekir diyor.
Anadolu kızılbaş Aleviligine Süleymanın mühürü gibi damgasını vuran Şah Hatayi’dır On iki İmam kültünü inancımıza aşıliyan Hatayi’dır. 500 yıldan beri Cemlerimizdeki On iki hizmetliyi çağırdığımız deyiş onundur. Günümüze kadar başka bir ozan bunun yerini dolduramamıştır.
Haktan bize name geldi
Pirim sana ayan olsun
Şah’tan bize name geldi
Murşidime beyan osun
Şah İsmailin Şahlığı döneminde Anadolu kızılbaşları, Alevileri Erdebil için biz diriye varırız ölüye degil diyorlardı ( Aşık Paşazade aktariyor )
Yazdğı Eserler :
Divanı : Tüm şiirlerini içerir
Dehname ( On Mektup ): 1532 beyitten oluşan manzum bir eserdır << Aşuk ve Maşuk >>
Nesihatname adlı mesnevisidır 418 beyitten oluşur. Tarikata girecek kişilerin taşıması gereken özelikleri ve uyulması gereken kurallar belirtilmiştır.
İmam Cafer buyruğunun Şah hatayi tarafından yazıldığı söyleniyorsada bu buyruğun şah Tahmasb döneminde yazıldığı araştırmacılar tarafında söylenmektedir . İmam Cafer ve Şah hatayi arasındaki süre 750 yıldır.
Alevi Kızılbaşlık temel dusturlarından taviz vermeyen Şah Hatayiden sonraki şahlar ayni direngenligi gösterememişler ve zaman zaman Hatayi’yi eleştirmişler .
Sonuç olarak Anadoludaki Alevilere 12 İmam kültünü kabul etiren, bu anlamda aslında Çaldıran savaşının manevi galibi Şah İsmail ve onun Alici Kızılbaş inancıdır.
Anadolu Alevileri onun için ne söylenirse söylensin , verdikleri ikrardan dönmediler ve her deyişte onun adı yani Hatayi mahlası geçince egilip baş parmaklarına niyaz olup ellerini kalplerinin üzerine korlar.
Hatayi’m hal çağında
Hak gönül alçağında
Bin kabe’den yeggerektir
Bir gönül al çağında
Zalim Hükümdarlar, Anadolu topraklarında Şaha gönül veren Alevi’leri kan revan içinde bıraktılar. Ala gözlü piri unutmadık, aziz ruhu şad olsun.