YUNUS EMRE:
Çağların üzerinden aşıp günümüze gelen Derviş Yunus (Yunus Emre) bir ozandı.
Ancak Anadolu insanının diliyle konuşuyor, duygularıyla yaşiyor, tükenmeyen gönül sıcaklığında ısınıyordu.
Şeriatın yargıladığı Yunus Emre’yi Anadolu insanı asık yüzlü yargıçların karşısına güleryüzlülügün, tatlı dilliligin yıkılmaz anıtı olarak çıkarıyordu.
Türkiyede Yüksekögrenim kurumlarımız Yunus Emre’yi ozan bile saymadı, onun şiirlerini anliyacak olgunluğa, sevecek kıvanca varamadı.
Sevenleri kötüledi, görevinden etti, ekmegini elinden aldı.
İnsan duygularının sıcaklığında bütün yasaların katılığını yumuşatan Yunus Emre çağların üstünden aşıp gelmesine karşın yorgunluğunu giderecek bir yer bulamadı.
Dinlenecek bir ocakbaşı görmedi bilim kurumlarımızda, yüksekögrenim kurumlarımızda.
Tanrının, Yunus Emre’nin içine doldurduğu insan sevgisini, gönüldeşlik duygularını, tanrı adına konuştuğunu ileri süren şeriat yanlısı yönetim yasakladı, geçersiz saydı, bunlarla yetinmeyip suçladı, kınadı, yerdi.
Bir yanda tanrı, bir yanda onun adına konuşan şeriat.
Yunus Emre yalnızca bir ozan degildır, öyle anlaşılmamalı. Yaşamı üzerine bilgi çok azdır. 1950’ye kadar doğum ve ölüm yılları bile kesinlikle bilinmiyordu.
O Anadolu’nun yediyüz yıllık bir geçmişten gelen sesidır.
Bu ses varlıklı yörelerden, mutlu azınlıkların görkemli konaklarından geçmedi.
Anadolu’nun yüksek dağ doruklarından, yüksek ovalarından, yeşilin taştığı ormanlardan, sarının- bozun oyaladığı geniş yazılardan geçerek ulaştı günümüze.
Bu ses yoksul yüreklerin sevgiyle ısınan sıcağında toplanan gönüllere girdi.
Bu ses Arap –Acem kalıntısı bir dilin biçimlendirdigi dizelere sığmadı.
Bu ses güncel yaşamın tadını yoksullukla çıkarmayı erdem sayan gönüllere doldu.
Yunus Emre Anadolu’nun yüzlerce yıllık gözüdür, bakışlarını çağların derinliklerinden geniş yaylalara, yüksek dağlara çeviren bir gözdür.
Bu göz, inançları uğruna kılıçlarla boyunları vurulan, asılan ozanlar için yaş döktü.
Fakat öfkenin kıvılcımlarını saçmadı, üzüntünün ve acının ocağında kızardı.
Bu göz insanın dışına, görkemli giysilerine degil, yüreginin içine bakmayı yegledi, insan degerini giydiginde degil yarattığında görmeyi özledi.
Anlatmakla, açıklamakla bitmez Yunus Emre;
Onu kavramak için dizelerin içine girmek, bu dizeleri bellegine yerleştirerek Anadolu’nun yoksul insanlarını ışıklandıran sevecenligi bulmak gerek.
Yunus Emre çağların çalgısıdır.
Bu çalgının telleri sevgi diye titreşir, vurgacı sevgi diyerek tellere dokunur. Çalgıdan yayılan sesler insan der, can söyler.
Yunus, şiirlerinde bütün insanları biribirleriyle kardeşlige ve dost olamaya çağıriyordu.
Bir nazarda kalmıyalım
Gel dosta gidelim gönül
Hasret ile ölmiyelim
Gel dosta gidelim gönül
Bu dünyaya kalmıyalım
Fanidir aldanmıyalım
Bir iken ayrılmayalım
Gel dosta gidelim gönül
Yaşadığı Çağ:
Kösedağı yenilgisi ( 26 Haziran 1243 ) Selçuklu Imparatorluğunu temelinde sarsmıştı. Moğolllar, Sivas’a yürümüşler, Sivas kadısının aracılığıyla halka dokunmamışlar, şehri üç gün yağma etmişler. Oradan kayseri’ye geçmişler, erkekleri kılıçtan geçirmişler, kadınlarla çocukları alıp yola çıkmışlardı.
Yolda yürüyemiyenleri öldürüyorlar, her yana dehşet saçıyorlardı. Selçuklulular yıldan yıla ağır bir vergi vermeye razı olarak Moğollarla uzlaşmışlardı. Ülkede yer yer isyanlar çıkmış, beyler bağımsız kalmışlar birbirlerine düşmüşlerdi. ( Bk. Abdulbaki Gölpınarlı )
Ö dönemde patlak veren Baba İlyas Halifesi Baba İshak ayaklanması , kurtarıcı arayan halk için gerçek bir umut olmuştu . Baba İshak önderligindeki göçebe Batıni Türkmenlerin Maraş, Malatya, Tokat, Amasya bölgelerine yayılan ayaklanmaları ( 1241 ) ve Karaman Türkmenlerinin ayaklanmaları yenilgiyle sonuçlanmış, halkın umutları yine kırılmıştı.
Ayaklanmayı bastırıp önderlerini asan Selçuklular Kösedağ’da (1243 ) Moğol ordusunca perişan edildiler. ( Selçuklu tahtında Gıyaseddin Keyhusrev oturiyordu )
Yunus Emre’nin doğduğu yıl kabul edilen 1240 veya kimi araştırmacılarca kabul edilen 1241, Hakka yürüdügü yıl ise 1320 olarak yine onunla ilgili araştırmaları yapan araştırmacılarca verilmektedir.
Anadolu’nun siyasal, toplumsal , ekonomik ve kültürel durumunun en karışık olduğu bir dönemdır.
İşte Yunus Emre , bu kargaşa ortamında doğup yaşiyan ve düşünceleriyle, çağrısıyla, şiirleriyle bir esenlik bildirisi bir kardeşlik ögretisi, bir sevgi fırtınası estiren bir kişidır. ( Bk. ÖnerYağcı )
Şiirleriyle halkın dili, gözü gönlü olmayı başaran Yunus Emre hakkında ne yazık ki 20. Yüzyıla kadar hiç bir araştırma ve inceleme yapılmamış. Osmanlılar döneminde üvey evlat gibi görülen halk edebiyatı ürünleri ve yaratıcıları gibi Yunus’da ancak halkın gönlünde ve dilinde yaşamayı sürdürmüştür.
Yunus Emre hakkında ilk makaleler Fuad Köprülü ve Rıza Tevfik tarafından 1913’ te yazılmıştır.
Burhan Toprak da 1913’ te yazdığı makalelerden sonra 1933 yılında ilk kez üç cilt olarak Yunus Emre Divanı’nı yayınlamıştır.
Toprak , Yunus Emre için :
Türk Ortaçağının en büyük yıldızıdır….Bu divanda zevk fırtınaları, korkuları, ümütleri, pişmanlıkları, isyanları, şüpheleri, teseli ve inançları ile bütün bir insan hayatı vardır. (s. 17 )
Abdülbaki Gölpınarlı da Yunus Emre – Hayatı adlı eserini 1936 yılında İkbal kitap evi tarafından basılmıştır. Bu eserde Yunus Emre’nin yaşadığı dönemden başlayarak Anadolu’daki tasavvufu, onun yaşamını, dilini incelemiş ve bütün şiirlerini yayınlamıştır.
Yunus Emre’nin bugün de yaşamasının birinci nedeni , halkının diliyle konuşması, halkını kendi diliyle konuşturmasıdır.
Yunus Emre’yi Yunus Emre yapan, insanlığın çağlardır özlemi olan kardeşlik ve barış çağrısını dili ve sevgisiyle bütünliyebilmesidır.
Yunus Emre’nin kim olduğu, nasıl yaşadığı, nerelerde yaşadığı, nerede öldügü, mezarının nerede olduğu hiç önemli degildır.
Yunus Emre halktır, Anadolu’dur, topraklarındaki insanlığı dünden alıp bugüne taşıyan ve anadil güzelligiyle aktaran bir sanat ve yaşam ustasıdır. Onun
Gah eserim yeller gibi
Gah tozarım yollar gibi
Gah akarım seller gibi
Gel gör beni aşk neyledi
Biz dünyadan gider olduk
Kalanlara selam olsun
Bizim için hayır dua
Kılanlara selam olsun
Deyişindeki yaşamın güzelligini ve yaşamın güzelleştirilmesini içeren anlam, Yunus Emre’nin ta kendisidır.
Yunus Emre, 13,- 14, yüzyıllarda yaşayan bir ozan, bir derviş olarak çağları aşıp günümüze ulaşmış;
Yanan kömür, kızan demir
Örse çekiç olan benem
Benim adım dertli dolap
Suyum akar yalap yalap
Böyle emreylemiş Çalap
Derdim vardır inlerim
Diyerek halkın bir parçası olmuş.
Yunus Emre Kitaplığındaki yapıtların yalnızca bir kısımına kısaca göz atığımızda ;
Cahit Öztelli, Sabahttin Eyuboğlu, Pröf. İlhan Başgöz, Atilla Özkırımlı, Cevdet Kudret, Abdullah Rıza Ergüven, Pertev Naili Boratav, Gibi daha nice yazarlar Yunus Emre ile ilgili eserler yazmışlar ve şiirlerini derlemişlerdır.
Yaşamı filimlere alınmış, oyunlaştırılmıştır.
1971’de hakka yürüyüşünün 650. Yıldönümünde UNESCO tarafından bütün dünyada anılması kararlaştırılmış, doğumunun 750. Yıldönümü olan 1991 yılı yine UNESCO’ ca ‘’ Uluslararası Yunus Emre Yılı ’’ olarak kabul edilmiştır.
Ahmet Adnan Saygun tarafından Yunus Emre Oratoryosu bestelenmiş ve birçok şiiri birçok yabancı dile çevrilmiştır.
Karacaoğlan, Köroğlu, Pir Sultan Abdal ve Dadaloğlu gibi hakkında söylenceler yaratılmış ve bir ‘’ Yunus Emre gelenegi ‘’ oluşmuştur.
Doğal olarak Yunus Emre’nin yaşamı hakında da aynı Pir Sultan Abdal’da , Köroğlu’nda , Karacaoğlan’da, Dadaloğlu’nda olduğu gibi, belgelere dayalı kesin bigiler yoktur ve onun yaşamıyla ilgili bigileri ancak halkın kulaktan kulağa aktardığı söylencelerde, sonradan yazıya geçen kimi kaynakların verdigi ipuçlarında ve şiirlerinde bulabiliyoruz.
Abdulbaki Gölpınarlı’nın hazırladığı ‘’ Hacı Bektaşı Veli Vilayetname ‘’ sinde Hacı Bektaş – Taptuk ve Yunus başlığı altında şu bilgiler verilmektedir.
Pir Hünkar Hacı Bektaşı Veli ’nin ünü her yana yayılmıştır. Anadolunun dört bir yanından insanlar ona gelmeye başlamışlardır. Meclisler kurulmakta; yoksullar gelip zengin olarak dönmekte; murat almak isteyenler, başvurduklarında muratlarına ermektedirler. Sivrihisar’ın güneyinde Sarıgök denilen bir köyde doğan, ekincilikle geçinen Yunus adında yoksul biri, kıtlığın olduğu , ekinlerin bitmedigi bir yıl, ününü duyduğu Hacı Bektaş’a gelir.
Amacı yiyecek bir şeyler istemektir.
Öküzüne alıç yükler Suluca karaöyük’e gelir. Hünkar Hacı Bektaş’a derki:
Yoksul bir adamım, bu yıl ekin olmadı . Hiç ürün alamadım. Yemişimi alın , karşılığına buğday olrak verin. Ailemle aşkınıza yiyeyim.
Hünkar emreder, alıçları yerler, Yunus’u da dergahta konuk ederler. Birkaç gün dinlendikten sonra Yunus memleketine dönmek ister. Hünkar bir derviş gönderip sordurur:
Sorun bakalım buğday mı verelim nefes mi ?
Yunusa sorarlar. O da şöyle karşılık verir:
Nefesi ne yapayım, bana buğday gerek.
Bunun üzerine Hünkar buyurur ki:
Her alıç çekirdegi başına on nefes verelim.
Hünkar’ın dedigini Yunus’a bildırır dervişler.
Yunus ise ısrarlıdır:
Çoluğum çocuğum var. Nefesle nasiple karın doymaz. Bana buğday gerek.
O böyle deyince öküzüne buğday yüklerler, Yunus’da yola koyulur.
Köyü çıkar çıkmaz da düşünmeye başlar.
‘’ Olmiyacak bir iş etim ben ‘’ diye düşünür.
Vilayet erine vardım , bana nsip sundu , her alıç çekirdegine on nefes verdi de kabul etmedim.
Buğday birkaç günde yenir, biter. Ne yaptım ben ? Geri döneyim.
Belki gene himmet eder bana.
Tekrar dergaha gelir. Öküzün üstünde buğdayı indirir.
Hünkar bana himmet ettigi nefesi versin, buğdayı geri alın.
Dervişler gidip Hünkar’a söylerler bunu . Hünkar der ki :
Artık olmaz o iş. O kilidın anahtarını Taptuk Emre’ye sunduk biz.
Yunus Taptuk Emre’ye gitsin, nasibini ondan alsın.
Yunus, Taptuk Emre’ye gider. Hünkar’ın dediklerini söyler.
Taptuk Emre, Yunus’u dinledikten sonra :
Sefa geldin, der. Halin bize malum oldu. Hizmet et, emek ver ki nasibini alasın.
Yunus Tapduk Emre’nin tekksine odun çeker, arkasıyla getirdi. Yaş ağaç kesmez, egri odun getirmezdi. Kırk yıl hizmet eti.
Günün birinde Taptuk Emre’ye bir neşe geldi.
Meclisinde Yunus Güyende adlı bir şair vardı .
Ona söyle dedi . O mırın kırın etti, söylemedi.
Taptuk, Yunus, dedi sohbet et, şevkimiz var işitelim.
Yunus gene söylemedi.
Bu sefer Taptuk, Yunus Emre’ye döndü,
Hünkar’ın nefesi yerine geldi, vakit tamam oldu, o hazinenin kilidini açtık nasibini verdik, hadi söyle dedi.
Yunus Emre’nin gözünden bir perde kalktı, söylemeye başladı.
Taptuk’un tapusunda
Kul olduk kapusunda
Yunus miskin çig idik
Piştik Elhamdülillah.
Yunusun şiirlerini yazıp, o çağda yaşiyan Molla Kasım adında bir kadıya götürmüşler.
Molla Kasım okuduğu her şiiri , dine , şeriata aykırı diye yakmış. Küllerini havaya savurmuş. Kalanları okurken bir taraftanda suya atmış. Şiirleri okuyup suya atığında, birden bir şiirin iki dizesine gelince ansızın durmuş. Dizeler şöyleymiş:
Yunus Emre bu sözü egri bügrü söyleme
Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir
Bu dizeleri okuduktan sonra Yunus’a boyun egerek kalan şiirleri saklamış.
Yazar ve araştırmacı Selahttin Eyuboğlu, bu söylenceyi şöyle yorumliyor.
Halk arasında, Yunus’un binlerce şiirini gökte melekler , binlercesini suda balıklar, kalan binlercesinide insanlar okur.
Erenler beli bir yerde kalırlar, ömürlerini kaldıkları o tekkede tamamlarlarmış.
Ama Yunus’un 40 yıllık dergah hizmeti bitikten sonra,
Taptuk Emre , degnegini havaya savurmuş ve Yunus’a ‘’
Bu degnegin düştügü yere git, yat ‘’ demiş.
Yunus Emre çıkmış tekeden ve yedi yıl dağ taş gezmiş dolaşmış bulamamış.
Geri dönmeye karar vermiş. Sarıköy’ün ( Eskişehir civarı Porsuk çayının Sakaryaya döküldügü yerde ve orda birde anıt mezar yaptırılmıtır ) yakınında dinlenirken bir de bakmış ki gökte kavak gibi bir ışık parliyor. Işığın yanına gitmiş ki o degnek.
Degnegi eline almış ve orada yaşayıp orada hakka yürümüş.
Bir başka söylentiye görede , Yunus Piri Taptukun yattığı yerin kapısının eşigine gömülmüş. Pirine olan sevgi ve muhabbetinden vasiyet etmiş. Pirin dergahını ziyarete gelenler , beni çignesin de öyle geçsin demiş. (Bk. Cahit Öztelli – Yunus Emre )
Yunus’un gönlünde ölüm korkusu yoktur.
Ten fanidür can ölmez, can gitti geri gelmez
Ölür ise ten ölür, canlar ölesi degil
Sevgiliye dost’a kavuşmak ölmekle olur, ancak ölüm bütün insanlar içindır, ben ölünce dost’la olan işim, bağlantım bitmez, ilişkimiz sürer diyor.
Yunus Emre bu düşünceyi vurgularken, neden ölümsüz olduğunu şöyle açıkliyor.
Evel benem ahır benem
Canlara can olan benem
Bunları söyledikten sonra ölmenin korkulacak bir yanı kalmiyor.
Yunus Emre’nin Türkiyenin degişik yerleridede mezarı vardır.
Bursa’da, Kula’nın Emre sultan Köyünde,
Erzurum’un, Tuzcu köyünde ,
Aksaray’ın, Ortaköy ilçesinin Taptuk köyünde
Ünnye’de , Sivas yolunda,
Bandırma’da,
Iparta’nın, Keçiborlu ilçesinde
Bolu’da,
Afyon’nun Sandıklı ilçesinin Çay köyünde,
Egridır’de, Tire’de, Kırşehir’de, Uluborlu’da Mezarı vardır.
Yunus Emre , yaşamıyla düşünceleriyle , şiirleriyle söylencelere konu olmuş, bir gelenek yaratmıştır.
Yunus Emre’nin çağdaşları olarak Hacı Bektaş veli ve Mevlana’dan başka Sadi Şirazi , Gülşehri, Ahmet Fakih, Şeyyat Hamza, Hoca Dehhani, Sultan Veled, Aşık Paşa, Sarı Saltuk, Nasredin Hoca sayılabilir.
Yunus Emre :
Tasavvuf düşüncesine göre ,( Tanrı, Evren , İnsan ilişkisini bir bütünlük içinde gören ) coşkun ve ögretici şiirler yazmıştır.( Bk. Öner Yağcı, Yunus Emre yaşamı ve şiirleri )
Yunus Emre , Anadolu halkının özlemlerini, umutlarını,dile getiren bir humanizimin temsilcisi gibidır.
Ona göre gerçege ulaştıran aşk kitabı kağıtlarda degil gönüllerde yazılıdır.
Alimler kitap düzer karayı akla yazar
Gönüllerde yazılı bu kitabın süresi..
Ona göre o günün bilimleri ( İslam bilimleri, tefsirler, fıkıhlar….) gerçegi kavriyamazlar.
Çünkü dış dünyadaki çoklukla uğraşmaktadırlar ve birligi ikilige çevirirler.
Dört kitabın aradığı yüce gerçegi o, medresede degil tekkede ve varlıkta bulduğunu, gerçegin yorumlanmasına gerek olmadığını, tefsir kitaplarının degerlerinin olmadığını söyler.
Yunus Emrenin benimsedigi müslümanlığın özünde insan sevgisi, insana saygı, insan degerlerine inanma, tanrı’ya degnekle-kılıçla degil yürekten gelen bir sevgiyle yönelme vardır.
Ona göre Kur’an insanı arındırmak, kötülüklerden, egriliklerden, yalan dolandan uzaklaştırmak içindi, akça ( para ) sağlamak amacıyla ölülerin başında okumak için degildi.
Tevrat ile incil’i
Furkan ile zeburu
Bunlardaki beyanı
Cümle vücutta bulduk
Yunus Emre, inançlarla belirlenmiş sınırları aşmış, daha doğrusu şeriatın üstüne çıkmıştır. Bunun en açık kanıtı da camilerde düzenlenen (mevlid’lerde) Yunus Emre’nin şiirlerinin okunmasıdır.
Şol cennetin ırmakları
Akar allah deyu deyu
Çıkmış islam bülbülleri
Öter allah deyu deyu
Tabi ki insanın aklına şu gelir; mademki camilerde sunniler Yunus’u şeriat aşıkı idi diye tanıtıyorlarsa; neden Şeyhulislam Ebussuud Efendi, durup dururken Yunus Emre’nin şiirlerini okuyarak tören veya cem ayini yapanların, öldürülmeleri gerektigini ileri sürerek fetva yazıp belge vermiş ?
Kutsal olan her şey ondadır, içindedir, kendindedir. Dört kitap da onların sonuncusu Kur’an da Yunus’tur:
Halk içinde dirlik düzen
Dört kitabı doğru yazan
Ak üstünde kara dizen
Ol yazdığı Kur’an benim,
Der.
Ona göre , kutsal kitapları yorumliyanlar, açıkliyanlar, onları araştıranlar ve onlar üzaerine kitaplar yazanlar gerçegi arayanlar degil, ikilik yaratanlardır.
Yunus :Tekke şiirinin kurucusudur. Onun üstünlügüne erişebilen olmamıştır. Denilebilirki, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inden sonra en çok okunan dini degerdeki eserler Yunus’undur. O hiç bir zaman tarikat poropagandaıcısı olmamış, bütün insanlığı saran ve sarsan duygu ve düşünceleri anlamlı ölçüde başarılı olarak işlemesini bilmiştır. ( Bk. Cahit Öztelli Yunus Emre, s. 69 )
Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım Mevlam seni
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım mevlam seni
Gökyüzünde İsa ile
Tur Dağında Musa ile
Elindeki asa ile
Çağırayım mevlam seni
O, dini, inancı, Tanrı’yı gerçegi kitaplarda degil gönüllerde arayıp bulur ve herkese de bunu ögütler.
Ona göre İnsan: Toprak, hava , su ve ateşle canın birleşmesinden doğmuştur.
Yunus Emre’ye göre:
Toprak: İyi huyun, sabrın, iyilik yapmanın, Tanrı’ya güvenmenin, onurunu korumanın:
Su : cömertlik, temizlik, ve Tanrı’yla buluşmanın
Hava : Gösterişin, sahtekarlığın, aceleciligin,
Ateş : Kibirin, cinsel istegin, kıskançlığın,
Can : Birlik, Utanma, degerlilik, yücelik, güç ve saygının kaynağı ve simgesidır.
Öfkeye, kine, sevgisizlige, gönül kırmaya, kavgaya, düşmanlığa, kötülüge karşıdır Yunus.
Adımız miskindır bizim
Düşmanımız kindır bizim
Biz kimseye kin tutmayız
Kamu alem birdır bize…
Diyerek sevgiye çağırır insanları.
Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz degil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz degil..
Sözleriyle kaba sofuları uyarır. Çünkü onun için asıl olan namaz kılmak degil, sevgiyle dolmak, gönül kırmamaktır.
Yunus Emre der Hoca
Gerekse bin var Hac’ca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir…
Hasan Klavuz