- İslamiyet’ten Önce Türkler Hangi İnanca İnanıyordu?
Türkler, İslamiyet ile İslamiyet’in doğuşundan yaklaşık 300 yıl sonra tanıştılar. İslamiyet’ten önce değişik inançlara mensuptular. Bir kısmı; Musevi, bir kısmı Hıristiyan iken diğerleri ise; Budist, Mani ve Şaman inancına inanıyorlardı.
Bugün bile o tarihten kalan bir özellik sonucu, Hazar Türkleri Museviliğe, Gagauz Türkleri Hıristiyanlığa, Uygur Türkleri Budizme, Mani dinine inanırken, Altaylardaki Türkler Şamanizme inanıyor.
İslamiyet’in Türklerle tanıştığı yıllar aynı zamanda Ahmet Yesevi’nin yaşadığı ve inancını yaydığı yıllardı. Ahmet Yesevi, hocası Yusuf Hemedani’nin yolunda Sufi, tasavvufi inançlar doğrultusunda çevresini irşat etmeye çalışıyordu. Bu inanç O’ndan sonra yol eri Lokman Parende ve Hacı Bektaş-ı Veli eli ile devam etti.
Ahmet Yesevi’nin İslam’ı yorumlama tarzı temeli insan sevgisine dayalı, eşitlikçi, özgürlükçü bölüşümcü bir anlayışı ifade ediyordu. O inancın temeline insanı ve insanı sevmeyi, saymayı, ona hizmet etmeyi koymuştur.
Araplar’ın İslamiyeti yorum tarzı çok farklı idi. Arap egemenliği, kibiri egemendi. Arap olmayanlar ikinci sınıf müslümandı. Birinci sınıf müslüman, hakiki müslüman Arap olanlardı.
- Alevilik Anadolu’ya Nasıl Geldi?
Ahmet Yesevi, Aleviler arasında; “Piri Türkistan”, “Piri Horasani”, “Doksan Dokuz Bin Gaip Erenlerin Piri” v.s. olarak anılan bir kişiliktir. Ahmet Yesevi yetiştirdiği dervişleri bu düşüncelerini inancını yayması için görevlendirip yakın coğrafyalara gönderdiği biliniyor. Anadolu’ya gelen dervişlerin ve bacıların bu kulvarla ve bu anlayışla 9. 10. yüzyıldan itibaren çeşitli tarihlerde gelip dergahlarını açıp 4 kıtaya 18 bin aleme seslendiklerine inanılır.
O yıllardaTürkistan’da vuku bulan iklim değişikliği nedeni ile bu şartlar Türkmenlerin bu göçüne ivme de kazandırır. Anadolu’da o yıllarda yani 9. 10. ve 11. yüzyıllarda Doğu Roma İmparatorluğu vardır. Buraya; “Diyarı Rum” denmesi bundandır.
İşte 9., 10. ve 11. yüzyılda Türkistan’dan Anadolu’ya gelip Anadolu’yu irşât eden dervişler AhmetYesevi dergahında yetişmiş gönül erleridir. Seyidi Battal Gazi, Barak Baba gibi Anadolu Erenleri bu tarihlerde Anadolu’ya gelir. Seyidi Battal Gazi’nin Eskişehir/Seyitgazi ilçesindeki görkemli mimariye sahip dergahı tarihçilere göre; 9. yüzyılda kurulmuştur. Bunu Anadolu ve Rumeli’deki diğer dergahlar izlemiştir.
- Hacı Bektaş Veli Anadolu’ya Ne Zaman Geldi?
Hacı Bektaş Veli Anadolu’ya Babai İsyanı sonrası gelmiştir. Tarih olarak ise tahminen 1240 yılları oluyor. Babai isyanı, Selçuklu İmparatorluğu’nun haksızlıklarına karşı halkın bitip tükenmeyen tepkisidir. Hacı Bektaş Veli’nin Hakka yürüme yani vefat tarihi ise; 1270-71 yıllarıdır.
Bazı kaynaklar ise; HacıBektaş Veli’nin Babai isyanı öncesi Anadolu’ya Ahmet Yesevi’nin elçisi, dervişi olarak geldiği hatta kardeşi Menteş’i bu olayda kaybettiğini yazar.
Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu’da, Sulucakarahöyük denilen bugünkü Hacı Bektaş beldesine gelir. Orada dergahının kapısını tüm dünya insanlığına açar. Bu olaylar ve HacıBektaş Veli’nin hayat hikayesi; Vilayetname adlı kitapta ve Hacı Bektaş-ı Veli Menakıbramesi’nde detayları ile yazılıdır.
HacıBektaş Veli, Ahmet Yesevi’den aldığı feyzle Hacı Bektaş Dergahı’nda yaptıkları ile yaşadıkları ile ve eğitip kurallaştırdığı düşünce ve inanç dünyası ile Anadolu Alevileri’nin serçeşmesi olmuştur. O’nun sıcak, sevgi dolu dünyası ölümsüzleşmiş, ilkeleri insanlık için ışık olmuştur. Dün olduğu gibi bugünde sımsıcak insanlığın canlı dünyasında yaşamaktadır. O, Anadolu ve Dünya Alevileri’nin en büyük pirlerinden biri olmuştur.
Osmanlı Döneminde; Osmanlı-Alevi İlişkileri Kısaca 4″]Osmanlı, tarihçilerin belirttiğine göre; 1299 da kurulmuştur. Hacı Bektaş Veli bu sıradaHakk’a yürümüştür. Osmanlı’nın kurucuları; Ertuğrul Bey, SavcıBey, Otman Bey, Şeyh Edeb Ali, Dursun Fakih gibi kişiliklerdir.
Osmanlı’nın manevi mimarları; Şeyh Edeb Ali ve daha sonra Osmanlı’da kadılık sisteminin kurusucusu olan Dursun Fakih’tir. Bu iki kişilikte inanç olarak bugün Alevi, Bektaşi meşrep denecek inanç yapısında idiler. Osmanlı mantalitesine baştan bu anlayış hakimdi. Osmanlı, kuruluşta Alevi-Bektaşi meşrepli bir Türkmen topluluktu. Osmanlı coğrafi ve idari olarak büyüdükçe bu kuruluş mayasından uzaklaştı.Türkmen’in ağırlığı yerine tarihçilerin; “dönme devşirme” dediği toplumsal yapıya bıraktı.
Fatih Sultan Mehmet dönemine dek Türkmen’in yönetim erkinde ağırlığı söz konusu idi. Fatih ve İstanbul’un alınmasıTürkmen’in yerine Türkmen dışındaki toplumsal yapılardan gelen kesimlerdeki yönetici kesimi görülmeye başlandı.
Osmanlı’nın Türkmenler ile arasına mesafe koyması Alevilik ile de arasına mesafe koyması sonucunu getirdi. Baştan adeta Alevi meşrepli olan Osmanlı, süreç içinde giderek Alevi karşıtlığına bile dönüştü. Bu konuda Osmanlı’da bitip tükenmeyen Celali karşıtlığının sebebi budur.
Osmanlı Aleviilişkilerinde Celali Ayaklanmaları dışında iki büyük toplumsal kırılma yaşanmıştır. Bunlardan birisi; Yavuz Sultan Selim, İsmail çatışması ile başlayan Çaldıran’da Safevilerin yenilgisi ile sonuçlanan yenilgidir. Bu yenilgi iki Türk devletinin savaşıdır. Faturayı Türkmenler ödemiştir. Resmi kayıtlara göre; Çaldıran Savaşı öncesi Yavuz Sultan Selim Anadolu’da Şah İsmail’in olası potansiyel desteğini bertaraf etmek için 40 bin Alevi Türkmeni Kuyucu Murat Paşa marifeti ile katledip kuyulara doldurmuştur.
Tarihçiler, bu olaylarda katledilen Türkmensayısının 100 bini aştığını yazar. Bu olaydan bugüne 500 yıl geçmesine karşın bu olay Türkmen Alevilerde tanımı olanaksız tahrip yaratmıştır.
İkinci kırılma ise; 2. Mahmut Dönemi’nde Osmanlı yönetiminin Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmak için yaptığı katliamdır. Bu olayda da yaklaşık 10 bini aşkın yeniçeri ve Alevi Bektaşi insan katledilmiştir. Yüzlerce Alevi Bektaşi dergahı içlerindeki eşyalarla ve binalar ile tahrip edilmiştir. Bu olay nedeni ile 1876’dan bugüne Bektaşi dergahları hala belini düzeltememiştir.
- Aleviler Camiye Gitmez mi? Camide Yapılan İbadeti Yapmaz mı?
Aleviler camide yapılan ve 5 vakit namazdan ibaret olan ibadetin İslam’ın ilk yıllarında ve Kur’an-ıKerim’de olmadığına inanırlar.Bu nedenle camiye gitmezler. Beş vakit namaz kılmazlar.
İslam’ın ilk yıllarında Hz. Muhammed’in sağlığında cami yoktur. Kuran-ı Kerim’de de cami yoktur. Kuran-ı Kerim’de ibadetin şekli ve sayısı da bugün bazı kesimlerin uygulamaları gibi değildir. Hz.Muhammed ve çevresindeki müslümanların ibadet mekanları camiden çok cemevi şeklindedir. Mimbersiz, minaresiz mütevazi mekanlar vardır.
Aleviler; Kur’an-ı Kerimde 5 vakit namazın olmadığını bunun camide kılınmasınında zorunlu olmadığına inanırlar. Aleviler; Cami geleneğinin ve 5 vakit namaz geleneğiin Hz. Muhammed’in vefatından sonra esas olarakta Emeviler zamanında uygulanmaya başladığına ve kurallaştığına inanırlar.
Aleviler; Kuran-ı Kerim’de şart olan ibadetin perşembe akşamları yapılan ibadet olduğuna inanırlar. Bunu Sünni müslümanların Cuma namazı olarak eda edildiğini kendilerininde Perşembeyi, Cuma’ya bağlayan gece yapılan “Cem İbadeti” yada “Halka Namazı” olduğuna inanırlar. Ve bu ibadeti eda ederler. Bu ibadetinde Hz. Muhammed’in Miraç’tan dönüşte yapılan “Kırklar Cemi” olduğuna inanırlar.
- Miraç Nedir?
Aleviler bugün yaptıkları ibadet olan Cem ibadetinin kökeninin İslam’ın ilk dönemlerinde Hz. Muhamemet’in Miraç’a çıkmasından bu yana yapıldığına inanırlar.
Hz. Muhammed, Miraç dönüşü uğradığı dergahta kendisini Kırklar’ın beklediğini Kırklar Meclisi’nde bulunan erenlerin; 22’inin erkek 17’sinin de bacı canlardan oluştuğunu görür. Hz. Muhammed’in Miraç’tan dönüşü Kırklar Cemi’nde yapılan Cem ile yaşanır. Tüm canlar birlikte Cem olur, dem alınır veKırklar Semahı dönülür.
Aleviler; çeşitli nefeslerinde de ifade ettikleri “Miraç’taki Muhammed”ten bu yana Kırklar Cemini veKırklar Semahı’nı yaşatırlar.
İslam tarihine çok mezhebi bir bakış açısı ile bakılıp İslam’ın orjinal bilgi kaynakları yok edildiğinden Miraç, Kırklar Cemi, Kırklar Meydanı vs. dendiğinde bu kavramlara çok yabancı gözlerle bakılmaktadır. Halbuki Miraç olgusu İslam tarihinde ne denli gerçek kabul ediliyorsa, Kırklar Cemi ve Aleviler’in ibadeti olan cemin miraç kaynaklı olduğunda bu denli gerçek kabul edilmek zorundadır.
- Aleviler’de Dede Kimdir?
Alevilerde Cem ibadetini dede yönetir. Yani din adamına dede denir. Dedelerin soyunun Hz. Muhammed’e dayandığına inanılır. Soyu peygambere ulaşmayan kişi Alevilere dedelik yapamaz. Dedelik babadan oğula geçer. Bir babanın birden çok erkek çocuğu varsa onlar içinde babanın uygun bulduğu ve elverdiği oğlu dede olur. Tüm çocuklar dede olmaz.
Hz. Muhammed’in soyu kızı Fatıma ile Hz. Ali’nin evliliğinden olan Hasan ve Hüseyin’den devam etmiştir. Hz. Hasan’ın soyuna Şerif, Hz. Hüseyin’in soyuna Seyit denir.
Alevi dedelerine; “Seyidi Saaddet evlad-ı resul” denilir. Hilafetin başından beri Hz. Muhammed’in soyunun nüfus kütüğünü “Nakibul eşraflık” adlı kurum tutmaktadır. Bu nakibal eşraflık kurumu hilafetin Osmanlı’ya geçmesi ile Osmanlıya geçmiştir. Bugün bizdeki dedelerin elindeki secerdelerin çoğu bu nakibul eşraflık kurumu tarafından düzenlenmiş orjinal belgelerdir.
Dede soyluluk, Kerbela Olayı’ndan sonraTürk illerine geçmiştir. Bugün birçok Türkmen dedesinin peygamber soyundan olması bu kanaldan gelmektedir. Bu nedenle Türkmen Alevi dedelerin soylarının evlilikler yolu ile peygamber soyuna ulaşması olasıdır.
- Aleviler’in İbadeti Olan Cem’in Özellikleri Nedir?
Cemi dede yönetir. Dedeler peygamber soyundandır. Bunun isbatı secereler ile, birde bu hizmet yüzyıllardır süren bir hizmettir. Her toplum kendi dedesini tanır. Dedesoylu olmayan birinin dedelik yapması oldukça zordur. Aleviler kapalı bir toplumdur. Dışardan içlerine girip dede olmadığı halde kendini dede kabul ettirmesi biraz zordur. Her insan ağzı ile kuş tutsa Alevi Cem’ini yürütemez. Dedenin peygamber soyundan olması şarttır.
Cem’e kavgalı, küslü, suçlu kimse alınmaz. Varsa ibadetten önce onlar barıştırılır. Alevilik yola bazı uğraşlarda bulunanlar alınmaz. Bunlar; Avcılar, kasaplar, görevi işkence yapmak veya adam öldürmek olanlar yola alınmaz. Cem’e katılıp birbirinden davacı olanlar için katılan tüm Cemaatin jüri olduğu bir yargılama olur. Bundan aklanınca Cem devam eder.
Alevilikte ilk etik kural; eline, diline, beline sahip olmaktır. Alevilikte vahim hatalar işleyen kişiler yoldan atılır. Düşkün edilir. O kişi toplum dışına itilir. Toplumdan izole edilir.
Cem’e gelen lokmalar eşit dağıtılır. Az bulana tekrar verilir. Bu dağılımda eşitlik sağlanır. Cemde cinsellik yoktur. Tüm katılımcı canlar insandır. Erkek yada kadın değildir. Cinsellik ibadet sırasında yoktur. Böyle bir duygu unutulur. Tüm canlar başka bir dünyaya yolculuk eder. Transa geçer. Kadın, erkek yoktur. Can, canlar, eren, erenler vardır. Cem Töreninde cinsellik yoktur.
- Kaç Çeşit Cem Vardır?
Alevi ibadetine Cem denir. Çocukların ve yetişkinlerin birlikte katıldığı birazda eğitim amaçlı olan cemlere Birlik Cemi denir. Buna bazı yörelerde; Abdal Musa Cemi yada Kısır Cem’de denir.
Bunun dışında sadece müsahip ve evli çiftlerin katıldığı ve her çift için yılda bir yapılan ceme görgü cemi denir. Bu cemde görgüsü yapılan Canlar özünü dara çeker. Kendilerini gönüllü olarak dârâ çekerler, yargılamaya tutarlar. Şikayeti olan canlarda şikayetlerini dede önderliğindeki canların huzurunda ifade ederler. Görgüsü yapılan canların bir yıllık yaşamları mercek altına alınır. Adeta rehabilitasyon yapılır. Ruhsal bir temizlik yapılır. Bir yıllık yaşam gözden geçirilir. Kişilik rehabilite edilir ve yola devam edilir.
Bu cem daha disiplinli yapılır. 12 hizmetin tüm kuralları uygulanır. Bu cemin süresi yoktur. Yaklaşık akşam 5 de başlar. Sabaha kadar sürdüğü gibi bir günden fazla sürdüğüde olur. Katılan canların ruhsal birlikteliği adeta yenilenir. Ruhsal bir yenilenme sağlanır.
- Alevilik’te Müsahiplik (Yol Kardeşliği) Nedir?
Alevilik’te müsahiplik yol kardeşliğidir. Kan kardeşliği dışında oluşan sosyal akrabalıktır. İki evli çiftin dünya-ahiret yol kardeşliğidir.
Müsahip olacak kişiler önceden müsahip adayını belirlerler. Dedelerine danışırlar. Bir yıl kadar müsahip kuralları ile yaşayıp yaşayamayacaklarını denerler. Ondan sonra müsahip olmaya karar verirler. Müsahiplik, müsahip cemi yapılarak başlar.
Müsahiplerin yeri Alevilikte kardeşlikten daha önemlidir. Kişinin yolu evlilikten sonra kardeşi ile ayrılabilir. Cüzdanı evi ayrılır. Müsahiplikte cüzdan ayrılmaz adeta ev ayrılmaz. Müsahibinizin eşi sizin kardeşiniz çocukları sizin çocuğunuz sayılır. Ayrı-gayrı yoktur. Sorumluluk ortaktır. Müsahiplik bir kere yapılır. Ölünceye kadar devam eder. Müsahiplikte ayrılmak yoktur. Müsahiplik eşitlik, sevgi, saygı, dostluk, dayanışma v.s. temeline dayalı toplumsal kardeşliktir. Bir köyün tümünün müsahip olduğunu düşünün ortaklaşmacı, eşitlikçi bir yaşam demektir. Müsahipler birbirinin iyi hareketinden olduğu kötü hareketinden de sorumlu bulunuyor. Bu durum da sıkı bir otokontrolü zorunlu kılıyor. Yapılacak hataları minimuma indiriyor. Az suçun yada hiçbir suçun işlenmediği bir toplumu oluşturmanın alt yapısını oluşturuyor.
- Yedi Ulu Ozan Kimdir? Alevilik’teki Yeri Nedir?
Yedi Ulu Ozan; değişik tarihsel dönemlerde yaşamış Aleviliği gerek içerik olarak gerekse edebi olarak en iyi ifade eden 7 kişiden oluşan ozanlardır. Bu ozanlar adeta Aleviliğin tanınması açısından Aleviliğin kart adresleridir. Kartvizitleridir. Aleviliğin yazılı kaynaklarının tarihsel/toplumsal süreçte önemli ölçüde tahrip oldukları düşünüldüğünde ve önemli ölçüde şifahi kaynaklara dayanarak yaşadığı düşünüldüğünde bu durum daha fazla önem arzetmektedir.
Bu ozanların isimlerini sayarsak; Seyit Nesimi, Şah Hatayi, Fuzuli, Yemini, Virani, PirSultan, Kul Himmet’tir.
Kısaca biyografilerine bakarsak;
SEYYİD NESİMİ (1369-1417)
Bağdat’ın Nesim Kasabası’nda yetişmiş, Diyarbakır bölgesine yerleşen Türkmenler’dendir. Halep’teHallac-ı Mansur’un düşüncelerinin iz sürücüsü olduğu için kafir sayılıp derisi yüzülerek öldürülmüştür.
Nesimi, Hurufi’dir. Fazlullah Hurufi’nin görüşlerini benimsemiştir. Varlık birliği görüşünü savunan, kişi ile tanrı arasında bir nitelik yükleyen inanç arasında bağlantı kurar. Tanrının yetkin (Kamil) insanda görüldüğü tasavvufi görüşünü benimser.
Başlıca eserleriTürkçe ve Farsça divanlardır. Azeri asıllı Türkmenlerdendir.
Katledilme sırasında rivayete göre derisi yüzülerek eline verilip giderken, Halep’in 12 kapısından aynı anda çıktığı görülmüştür. Yolda birisine; “Gerçek Kabe’nin yolcusuyuz.” Elinde yüzülmüş derisini göstererek “İhramımız budur” dediği beyti meşhurdur.
ŞAH HATAYİ (1487-1524)
Yedi Ulu’lardan Şah Hatayi; 1487 yılında İran-Erdebil’de doğdu. Anadolu’daki Alevi cemlerinde nefesleri en sık yer alan ululardandır. Babası Şeyh Haydar, anası Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın kızı Alemşah Halime Begüm Sultan’dır.
OsmanlıPadişahı Yavuz SultanSelim’le 19 Mart 1514’de yaptığı Çaldıran’daki savaşı kaybetti. Bu onun için sonun başlangıcı oldu. 1524’de 37 yaşında iken Azerbaycan’da Hakk’a yürüdü. Cenazesi Erdebil’e götürülerek, dedesiŞeyh Safiyüddi’nin türbesi yanında toprağa verildi.
Şah Hatayi çok iyi bir eğitim almıştır. Hz. Ali ve Hacı Bektaş-ı Veli üstüne pek çok içtenlikli nefesler yazmıştır.
FUZULİ (1504-1556)
Asıl adı Mehmet olan Fuzuli; 1504’deKerkük’te doğdu. Kerkük’teBayat Türkmen boyunun Karyağdı soyundan gelmektedir.
Şiirlerini hem Türkçe, hem Arapça hem de Farsça yazan Fuzuli’nin en başarılı eserleri Türkçe yazılmış olanlarıdır. Fuzuli; yalnızca Türk ve Fars edebiyatında değil, dünya klasikleri arasında da saygın bir yer almış ozandır.
Bir gönül eri olan Fuzuli; yaşamı süresince Kerbela ve Bağdat çevresinden ayrılmamış, bir süre Hz. Ali’nin türbesinde türbedarlık yapmıştır.
Kitaplar Fuzuli’nin en büyük dileğinin Kerbela da ölmek olduğunu yazar. Fuzuli yakın çevresineHz. Hüseyin’in türbesinin yanında toprağa verilmeyi ve mezarına taş konulmamasını vasiyet etmiştir. Kendisi veba hastalığı salgınında Hakk’a yürümüş ve vasiyeti yerine getirilmiştir.
Kerbela Olayı’nı anlatan “Hadikat-ü Süeda” (Mutluların Bahçesi) en önemli eserlerindendir.
YEMİNİ (15.-16. YÜZYIL)
Yemini 15 yüzyılın sonu ile 16. yüzyılın ilk yarısındaTuna Irmağı yörelerinde yaşadı.
Çeşitli kaynaklar tarafından asıl adının Ali olduğunu, Akyazılı İbrahim Dede zaviyesinde hizmet ettiğini ve “Yemini” mahlasını kullandığını yazar.
Demir Baba Velayetnamesi’nde adı “Hafız Kelam Yemini” olarak geçer. Bundan da Kuran’ı ezbere okuduğu anlaşılır. Hz. Ali’nin mitolojik yaşamını konu edinen Faziletname adlı kitabı 7300 beyitten oluşmaktadır. Kitap bir erdem kitabıdır. Bu kitap, Hz. Ali’nin yaşamının, Ehlibeyt ve Ali sevgisinin yoğun işlendiği temel eserlerinden biridir. Bu eseri Kitab-ı Erdem (iyi ahlak kitabı) olarak niteleyenler kitaptaki doğruluğu, dürüstlüğü, alçak gönüllülüğü yaşam biçimi ve inanç biçimi haline getirmesinden dolayı Yemini’ye daha bir saygı duyarlar.
VİRANİ (16. YÜZYIL)
Doğum ve ölüm tarihi belli olmayan Virani’nin; 16. yüzyılda Eğriboz adasında doğduğu söylenir. Hurufiliği benimsemiş bir Bektaşi ozanı olan Virani; bir süreNecef’te Hz. Ali’nin türbesinde türbedarlık hizmeti vermiştir.
Virani; BalkanlardaDemir Baba’dan babalık icazeti almış, Hz. Ali tutkusunu dile getiren çok sayıda şiir yazmıştır.
Bazı araştırmacılar, yazılarında Virani’nin aruz vezni ile 300’e yakın şiir söylediğini ve koca bir divan oluşturduğunu bildirerek Ozan’ın az çok öğrenim görmüş olduğunu belirtirler.
Virani’ye göre, evrende ve bütün nesnel varlıklarda görünen Hz. Ali’dir.
PİR SULTAN ABDAL (16. YÜZYIL)
Pir Sultan Abdal’ın 1500 yıllarında doğduğu tahmin ediliyor. Doğduğu yeri ise kendisi şiirlerinde, “Benim AslımHorasan’dan Hoy’dandır” diyerek belirtiyor.
Asıl adıHaydar olan Pir Sultan Abdal’ın Sivas’ın Yıldızeli’ne bağlı Banaz Köyü’nden olduğu söylenir. Pir Sultan’ın yaşamı Alevi Bektaşi toplumunun söylenecelerine dayanır. Şiirlerinden ise Safevi Devleti hükümdarı Şah İsmail’in oğlu olan Şah Tahmasab zamanında yaşadığı anlaşılır.
Pir Sultan Abdal, döneminin toplumsal sorunlarına eğilmiş, bunları kendisine konu edinmiş, çıkış yolları aramış, yer yer şiirini sanatını da bu uğurda aracı yapmış bir ozandır. Bu nedenle halkla, halkın sorunlarıyla özdeşleşmiş ve bütünleşmiştir.
Pir Sultan Abdal, Osmanlı zulmüne karşı Anadolu halkının sıkılmış yumruğudur. Haksız gidişe “dur” diyen bir haykırıştır.
KUL HİMMET (16. YÜZYIL)
Kul Himmet; Tokat’a bağlı Almus ilçesinin bugünkü ad ıGörümlü Kasabası olan Varsıl Köyü’ndendir. 16. yüzyılın ikinci yarısında yaşamıştır. Kul Himmet bütün nefeslerinde Hz. Ali, 12İmamlar ve Hacı Bektaş-ı Veli’yi büyük bir içtenlikle anlatır.
Kul Himmet’in nefesleri de diğer ulu ozanların nefesleri gibi her Alevi ceminin vazgeçilmez nefesleri arasındadır. İyi bir tekke ve tarikat eğitimi gören KulHimmet’in, Pir Sultan Abdal’a bağlı olduğu, onun çevresinde yetiştiği, müridi olup O’nu izlediği şiirlerinde açıkça ortaya çıkar.
Halk ozanlarında AleviBektaşi olmayanlar bile onun etkisinde kalmış, ona yakınlık göstermiştir.
Kul Himmet; tarikat ışığında beliren insan sevgisini Hacı Bektaş-ı Veli üzerinde yoğunlaştırarak nesnel duruma getirmiş, tanrı kavramını bir varlık olan insanla özdeşleştirmiştir.
- Hacı Bektaş-ı Veli Nasıl İbadet Yapıyordu?
Hacı Bektaş-ı Veli, 1200’lü yıllarda yaşamış 1271 de ise Hakk’a yürümüştür. HacıBektaş Veli’den bize kalan en büyük miras HacıBektaş Veli Dergahı’dır. Hacı Bektaş Veli’nin nasıl ibadet yaptığı dergah ziyaret edildiğinde görülecektir. Dergahta giriş avlusundan sonraki ikinci avluda aşevi ve meydanevi yani cemevi bulunmaktadır.
Meydanevinde cem yapılır. Zaten dergah meydanevi gezildiğinde 12 post sahibi aşevindeki karakazanlar, cemde çalınan bağlama ve diğer müzik aletleri ile teslim taşı gibi aksesuvarlar bir kimliği anlatmaya çalışmaktadır.
Bütün bunlardan yapılacak çıkarsama; HacıBektaş Veli Dergahı’ndacem yapıldığı, cemlerde bağlama, ney, keman gibi müzik aletlerinin nefesleri seslendirirken kullanıldığı ve aşevinde de kurbanların pişirilip ceme katılan cemlere pay edildiğidir.
Yani bugünkü Alevilerin yaptığı ibadet olan cemin HacıBektaş VeliDergahı’nın biricik ibadet biçimi olduğu görülecektir.
- Hacı Bektaş-ı Veli Dergahında Avlusundaki Cami neden var?
Alevi inanç geleneğinde camide ibadet yapılmaz.Beş vakit namaz kılınmaz. Bu geleneğin Hz. Muhammed, Hz. Ali, AhmetYesevi ve Hacı Bektaş-ı Veli’de de böyle olduğuna inanılır.
Bu nedenle Alevi dergahlarında cami bulunmaz. Cemevi bulunur. Hacı Bektaş-ı Veli Dergahı’ndaki cami ise, Hacı Bektaş-ı Veli’nin sağlığında yoktu.
O caminin yapım tarihi 1832 dir. Cami, Osmanlı Padişahı 2. Mahmut’un Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmasının ardından Hacı Bektaş-ı Veli Dergahı Dede ve Babaları sürgün edilerek orayı sünnileştirmek için atanan NakşibendiŞeyhi’nin ve çevresinin ibadetlerini yapmak için inşa edilmiştir.
Bugün de dergaha gelen misafirler namaz kılmaktadır.Aleviler camiye giden Sünni inançlı kardeşlerinin inancına, ibadetine saygı duymaktadır. Ama kendileri ibadetlerini cemevinde yapmaktadırlar.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin kıldığı namazda cemevinde cem ibadeti sırasında tüm katılan canlarla birlikte kılınan halka namazıdır.