Asıl adı Muhammed Bektaş olan Hacı Bektaş-ı Veli, 13. Yüzyıl'da yaşamış bir mutasavvıf, düşünür ve gönül adamıdır. Horasan'ın Nişâbur kentinde doğmuştur. Annesi Hatem Hatun, babası Seyyid İbrahim Sani'dir. Ve her ikisi de Türk soyundandır.
Anne ve babası Türk soyundan olan Hazret-i Pir Hünkâr Hacı Bektaş_ı Veli'nin çeşitli kaynaklarda doğum ve ölüm tarihleri farklı gösterilse de (1248-1337) birçok kaynağa göre ağırlıklı olarak 1209 yılında doğduğu, 1271 yılında da Hakka yürüdüğü kabul edilmektedir.
Akılcılığa ve bilime inanan Hacı Bektaş-ı Veli, çok sayıda bilim adamının yetiştiği Horasan'da, Hoca Ahmet Yesevi dergâhında eğitim görmüş, engin bir bilgi birikimine ve geniş bir dünya görüşüne sahip olmuştur.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin Anadolu'ya gelişi, Anadolu Selçuklu Devleti'nin siyasi, ekonomik ve kültürel düzeninin bozulduğu, yönetimde bölünmelerin ortaya çıktığı bir devreye rastlamaktadır.
Hacı Bektaş-ı Veli Kırşehir yöresindeki Suluca Karahöyük'e (Hacımköy) yerleşmiş, dergâhını burada kurmuştur. Bu dergâhta, Anadolu insanının gelenek ve göreneklerine uygun yeni bir bilim ve öğreti merkezi kurmuştur. Burada çok sayıda öğrenci de yetiştiren ve yeniçeri ocağının da piri olarak bilinen Hacı Bektaş-ı Veli, Anadolu birliğinin sağlanmasına yardımcı olmuştur.
Hacı Bektaş-ı Veli, Türk dili ve kültürünün yabancı etkilerden ve her türlü yozlaşmalardan korunması çabalarını ömrü boyunca sürdürmüştür. Ortaya koymuş olduğu birleştirici ve yükseltici öğreti her türlü bağnazlıktan uzak, çağa uyan ilkeler haline gelmiştir. Hacı Bektaş-ı Veli ibadet ve günlük yaşamda kadını erkeğin yanına almıştır. Güzel sanatlara sevecenlikle bakmış, Dergâhta öğretisini yaşama geçirmiştir.
Tarihi belgeler incelendiğinde, Horasan'dan Anadolu'ya gelen binlerce erenin çabaları sonucu Türk-Türkmen kültürü ile yoğrularak İslamlaştırılan Anadolu nüfusunun tamamının o dönemlerde Alevi olduğu görülecektir. Hiç kuşkusuz ki Hacı Bektaş-ı Veli bu erenlerin önde gelenlerindendir.
Hacı Bektaş-ı Veli; Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşundan önce 13. yüzyılda, Anadolu'da gönülleri aşkla, insan sevgisiyle, birlik ve beraberlik çerağıyla tutuşturan, büyük bir "Veli", büyük bir düşünürdür. Osmanlı Devleti'nin kuruluşunda da Hacı Bektaş-ı Veli'nin düşünceleri etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti Balkanlar'a geçince Alevi inanç ve öğretisinin eşitlikçi, insancıl özüne dayanarak tutunmuştur. Bugün bile Balkan ülkelerindeki Alevi dergâhlarına Hıristiyan halkın saygı duyması, bu düşünce genişliğinden kaynaklanmaktadır.
Soyu, Şeceresi ve Eğitimi
Hacı Bektaş-ı Veli; Hz. Muhammed ve İmam Ali’nin soyundan, yedinci İmam Musa Kâzım'ın neslindendir. Ve kendileri "Seyyid"dir.
Hoca Ahmet Yesevi'nin talebesi ve halifesi Lokman Perende'nin himayesinde ve Yesevilik'ten feyiz alarak yetişen Hacı Bektaş-ı Veli, iyi bir eğitim almıştır. Parlak zekâsı ve düzenli eğitimi sayesinde küçük yaşta kendisini yetiştiren Hacı Bektaş-ı Veli, Kur'an-ı Kerim, dini bilgiler ve batın ilmine vâkıf olmuştur.
Hacı Bektaş-ı Veli olgunluk çağına gelince icazetnamesini alır, daha sonra irşat göreviyle Anadolu'ya gönderilir. Velayetnamede, Hacı Bektaş-ı Veli'nin doğuştan gelen Allah vergisi bir ilme sahip olduğuna delil olarak, hocasıyla arasında geçen bir vakıa gösterilir. Bu vakıa, Hacı Bektaş'ın genç yaşına rağmen birçok kerametler gösterdiğini de belirtmektedir.
Velayetnamede yer alan bu vakıa şöyledir:
Bir gün Lokman Perende, aniden Hacı Bektaş'ın bulunduğu odaya girer, odayı nur ile dolmuş görüp şaşırır; etrafına bakınır, Bektaş'ın sağında ve solunda iki nurani zat görür. Onlar Bektaş'a Kur'an okutuyorlardır. Lokman Perende girer girmez, onlar hemen kaybolurlar. Lokman Perende şaşırır kalır.
Hacı Bektaş'a; "Bunların kim olduklarını" sorar. O da; "Sağımda oturan iki cihan güneşi Ceddim Muhammed Mustafa idi, solumda oturan Allah'ın Aslanı, insanların emiri Hz. Ali idi" der.
"Hünkâr" Lâkabını Alması
Hacı Bektaş-ı Veli'ye "Hünkâr" denilmesi de yine onun bir kerametine bağlanmaktadır.
Hocası Lokman Perende bir gün Bektaş'a ders verirken abdest almak için dışarıdan su getirmesini ister. Bunun üzerine Bektaş;
"Hocam, bir nazar etseniz, mektebin içinden su çıksa da dışarıdan su getirmeye muhtaç olmasak" cevabını verir.
Lokman Perende ise;
"Bizim buna gücümüz yetmez" deyince, Bektaş el kaldırıp; "Dua" eder.
Bektaş elini yüzüne vurup secdeye kapandığında, mektebin bahçesinden bir pınar akmaya başlar. Hacı Bektaş'ın bu kerametini gören hocası Lokman Perende sevinçle; "Ya Hünkâr!” demekten kendini alamaz. Bundan sonra da Hacı Bektaş Veli'nin adı "Hünkâr Hacı Bektaş" kalmıştır.
Anadolu’ya Gelişi
Hacı Bektaş-ı Veli, Hoca Ahmet Yesevi dergâhında üç yıl hizmet ettikten sonra şeyhinden emanetleri ve icazeti alır.
Şeyhinin: "Müjde olsun ki; «Kutb'ul-aktâblık» senindir; kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye kadar bizimdi, bundan sonra senindir. Biz bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, ahirete gideriz. Var, seni Rum'a saldık, Suluca Karahöyük'ü sana yurt verdik. Rum abdallarına seni baş tayin ettik" der. Bunun üzerine Hacı Bektaş-ı Veli, Anadolu'ya gelmek için yola çıkar. Velâyetnamedeki bu kayıt, tarihi kaynaklarca da doğrulanmaktadır.
Türkistan Piri Hoca Ahmed Yesevi'nin kültür ocağında, engin bilgi hazinesini dolduran Hacı Bektaş-ı Veli, daha sonra siyasi ve iktisadi düzeni bozulan Anadolu Türk halkına öncülük etmek, Türk birlik ve beraberliğini sağlamak, Türk dilini yabancı etkilerden korumak, Anadolu'yu Türkleştirmek ve İslamlaştırmak amacıyla, Anadolu'ya gelmiştir.
Hacı Bektaş-ı Veli'nin, hoşgörü ve insan sevgisine dayalı düşünce sistemi; kısa bir sürede Hıristiyanlığın büyük bir merkezi durumundaki Kapadokya'da bile, geniş halk kitlelerine ulaşmış ve benimsenmeye başlanmıştır. Hacı Bektaş-ı Veli'nin felsefi düşüncelerinin temelinde, insanın varoluşu ve insan sevgisi vardır.
Değişik kaynaklarda Hacı Bektaş-ı Veli’nin, Anadolu'ya gelmeden önce Necef, Kerbelâ, Bağdat'a gittiği ve buralardaki "Ehl-i Beyt" imamlarının makamlarını ziyaret ettiği; Kâbe’ye gittiği, Şam, Kudüs, Halep, Gaziantep, Elbistan, Tarsus, Bozhöyük, Muğlan kalesi gibi birçok yerleri de dolaştığı kaydedilmektedir.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin; Amasya, Kayseri, Sivas şehirlerine de uğrayarak, daha sonra Suluca Karahöyük'e yerleştiği de anlatılmaktadır.
Hacı Bektaş Veli Rum Ülkesinde
Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli, Kayseri'ye varır. Orada erenlerden biri ile görüşürler. Konuşma sırasında erenler, elini koynuna koyarak bir salkım üzüm çıkarır ve huzura koyar. Bunu gören Hünkâr:
"Sizin erenlerden olduğunuz, bizce malumdu, sizden keramet isteyen de yoktu. Böyle yapmaya ne hacet vardı" der. Bir müddet daha otururlar. Hünkâr gitmek için ayağa kalkınca, eteğinin arasından bir tane Hindistan cevizi düşer.
O eren:
- Böyle yapmaya ne hacet vardı dediniz, peki ya bu sizin yaptığınız ne oluyor?
Hünkâr:
- Hakka giden hak uğrum hakkı için, benim bundan haberim yoktu. Siz o kerameti gösterdiğiniz için Horasan erenleri gayrete geldiler, bunu getirdiler, diye cevap verir.
Hacı Bektaş Veli Suluca Karahöyük'te
Hacı Bektaş-ı Veli Suluca Karahöyük'e güvercin donunda indikten sonra bu durum Rum erenleri arasında bir huzursuzluğa sebep olur. Hacı Bektaş'ın alt edilmesi için Karaca Ahmet gönderilir. Karaca Ahmet, her mahlûkun eşiyle oturduğunu, yalnız Suluca Karahöyük’te güvercin şekline girmiş bir erenin tek başına oturduğunu, murakabe sonunda anlar. Bu eren Hacı Bektaş-ı Veli'dir.
Hacı Bektaş-ı Veli, İdris Hoca ile karısı Kutlu Melek'in (Kadıncık Ana) misafiri olarak bir süre evlerinde kalır. Suluca Karahöyük'te, Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli'nin kısa zamanda müritleri çoğalır. Gördükleri kerametler, ona bağlanmak istemeyen asi ve inatçı mizaçtaki insanları bile yumuşatır.
Yaşam Felsefesi, İnanç Ve Öğretisi
Hacı Bektaş-ı Veli'nin 13. yüzyılda temellerini attığı ve günümüzde de geçerliliğini koruyan düşüncelerinin ışığını; Onun (ya da Ona atfedilen) şiirleri ve özdeyişlerinde; hakkında anlatılan söylencelerin satır aralarında buluyoruz. Şiir, özdeyiş ve söylencelerin satır aralarında; Hacı Bektaş-ı Veli'nin sevgi, eşitlik, tanrı, din, paylaşım, hoşgörü, bilim, eğitim gibi kavramlara bakışını yakalıyoruz. Felsefesini insan sevgisi, hoşgörü, paylaşım ve eşitlik ilkeleri üzerine oluşturduğunu görüyoruz.
Hacı Bektaş-ı Veli'nin, Ahmet Yesevi Dergâhında Lokman Perende'den aldığı eğitim sonrasında; 13. yüzyılın savaş ve kargaşa ortamında, barışın simgesi olan güvercin donuyla Anadolu'ya geldiği söylencesi oldukça anlamlıdır. Hacı Bektaş-ı Veli'nin Horasan'dan başlayıp Suluca Karahöyük'e uzanan yolculuğu sırasında, karşılaştığı inançlar ve kültürel değerlerin sentezinden oluşturduğu Anadolu Alevi İnancı ve Yaşam Felsefesi Hacıbektaş'ta yeşermiştir.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin, savaş yerine barışı; düşmanlık yerine dostluğu; kin yerine sevgiyi ve hoşgörüyü benimseyen, hümanist bir anlayışa sahip olduğunu görmekteyiz.
Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Anadolu; 13. yüzyılda, Hacı Bektaş-ı Veli'nin "Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu", "Nefsinize ağır geleni kimseye uygulamayınız", "Eline, diline, beline, sahip ol", "Yetmiş iki milleti bir gör" anlayışı ile yoğrulur. "Yolumuz, ilim, irfan ve insanlık sevgisi üzerine kurulmuştur" diyen Hacı Bektaş-ı Veli'nin öğretisinin temel ilkelerini oluşturan bu dizeleriyle, günümüz insanının ulaşmaya çalıştığı hedefi, 13. yüzyılda ortaya koyduğu görülmektedir.
Hararet nardadır, sacda değildir,
Keramet baştadır, tacda değildir,
Her ne arar isen, kendinde ara,
Kudüs’te, Mekke’de, Hacda değildir.
diyen Hacı Bektaş-ı Veli, her şeyi insanda arayan; Hakk'ı kendi özünde, kendi özünü Hakk'ta bulan anlayışıyla, barışı, sevgiyi ve bilimi kendisine rehber kılmıştır. Hacı Bektaş-ı Veli'ye duyulan ilgi, saygı ve sevgi, hümanist yaşam felsefesi ve varlık birliği öğretisinden kaynaklanmaktadır. Onun anlayışında dinin kaynağı tanrı korkusuna değil, tanrı sevgisine dayanır.
"Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır", "Kadınları okutunuz", "Okunacak en büyük kitap insandır” diyen Hacı Bektaş-ı Veli, inancı hurafelerden arındıran; akla, mantığa ve sevgi temeline dayandıran; kadın ve erkek eşitliğini savunan ve döneminde Hatun Ana (Kadıncık Ana) önderliğinde kurulan Anadolu Bacıları teşkilatına büyük destek veren bir düşünce adamıdır. Halk kültürüne ve eğitimine önem veren; üretimde ve paylaşımda sosyal adalet ilkesini benimseyen; "İnsanın alnı açık ve cesur dolaşması için her şeyden önce adaletli olması gerektiğini" savunan bir düşünürdür.
12. - 13. yüzyılda Hacı Bektaş-ı Veli ve Yunus Emre'yle Anadolu'da gelişen, yaygınlaşan, doğu ve batı kültürleri arasında iyi bir anlaşma zeminini oluşturan Alevi hümanizması, sadece insan sevgisine değil aynı zamanda Tanrı ve doğa sevgisine de dayanıyordu.
Hacı Bektaş-ı Veli, sadece insana değil, ondan ayrı görmediği ve onun bir parçası saydığı doğadaki diğer varlıklara ve tabiat unsurlarına da aynı önemi veriyordu. Alevi inanç ve öğretisinde Âlem-i Anasır denilen maddî âlemin dört temel unsuru (çar anasır) olan toprak, su, ateş ve yele (havaya) kutsiyet derecesinde önem verilir.
İnsanın cemâlini (yüzünü) Hakk'ın cemâli, gönlünü Hakk'ın evi bilen Hacı Bektaş-ı Veli, sadece insanların değil, hayvanların bile incinmesine ve onlara işkence yapılmasına karşıydı. İşte, Hacı Bektaş Velayetnamesinden buna bir örnek:
"Bir gün, Hacı Bektaş-ı Veli'nin dervişi olan Kalacuk kadısı, yanına aldığı birçok muhiple birlikte Hz. Hünkâr'ı ziyaret etmeye giderler.
…Yolda, otlu, sazlı bir alana geldiler. Gördüler ki orada bir bölük kara canavarı (domuz) yatmada. İçlerinden biri, üstlerine vardı, domuzlar kaçtılar, o adam, bir yavru yakaladı. Birinde bir çan varmış, domuzun boynuna takıp salıvermek istedi. Kadı, 'Gelin etmeyin, erenleri ziyarete gidiyoruz; bu, doğru bir iş değil. Hayvanlar, bunun sesini duyunca korkudan, kaçmadan kendilerini helâk ederler' dediyse de dinletemedi.
Yavrunun boynuna çanı taktılar. O, öbürlerine yetişeyim diye koştukça, çan sesinden ürken canavarlar kaçmaya koyuldular; adamlar da bunu görüp gülüştüler, yollarına revan oldular; vara vara Kırşehir'e geldiler.
O sıralarda Hünkâr, Kırşehir'e gitmişti. Ahi Evren'le Gölpınarı'nda sohbet ediyordu. Bunlar da Hünkâr'ın orada olduğunu duyup geldiler, Hünkâr'ın elini, ayağını öptüler. Hünkâr, bunlara bakıp dedi ki: 'O hayvancıklar, size ne yaptı da o yavruyu tutup boynuna çan takarak bırakırsınız; çanın sesini işiten hayvancıkların kimisi kaça kaça helâk oldu, kimisi de ölüm haline geldi. Hakk'a giden hak uğrum hakkı için hiç bir yerde alnımız terlemedi, ancak o yavrucuğun ardından yetişip boynundan o çanı alıncıya dek alnımız terledi; işte o yavruya taktığınız çan.
Hünkâr, çanı gösterince hepsi de şaşırdı, elini ayağını öperek özür dilediler. Erenler suçlarını bağışladı. Kadılıktan dönüp derviş olana da 'senden dervişlik kokusu gelmede' dedi. Derviş olanın, hiçbir yaratılmışa eziyet etmemesi gerekir."
Hacı Bektaş-ı Veli, barışın ve mazlumun simgesi güvercin donuyla Anadolu'ya ayak basarken, yırtıcı kuş doğan şekline girip, onu avlamak isteyen Hacı Doğrul'a şöyle seslenir: "Ey Doğrul! Er, erin üstüne böyle gelmez! Siz bize zalim kılığında geldiniz, biz size mazlum kılığında. Eğer güvercinden daha mazlum bir mahlûk bulsaydık, onun şeklinde gelirdik! (…)"
Evet, güvercin donunda, mazlum kılığında Anadolu'ya gelen ve mazlumun, yoksul Anadolu halkının safında yerini alan ve bir süre Amasya'da Baba İlyas ve Baba İshak'ın yanında hizmet veren Hacı Bektaş-ı Veli, daha sonra Suluca Karahöyük'e, bugünkü Hacıbektaş ilçesine yerleşti. Anadolu insanlarının yaşam biçimleri, inançları ve kültürel değerleriyle yoğrulan, onların sentezinden oluşan Anadolu Alevi inancını ve yaşam felsefesini burada yaydı.
Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı, Alevi inancının bir merkezi olduğu gibi; sosyoekonomik, kültürel ve politik dayanışmanın da bir merkezi olmuştur. Bir kültür merkezi olan bu dergâhta, halkı aydınlatacak ve halkın sorunlarıyla ilgilenecek dervişler, mürşitler, dedeler, dede-babalar yetişmiştir. Ahi kurumlarıyla (meslek loncalarıyla) birlikte, çeşitli meslek dallarında eğitim verilmiştir.
"Hiç bir milleti ve insanı ayıplamayınız!" diyen Hacı Bektaş-ı Veli; Anadolu'nun sosyal, siyasal, ekonomik, etnik ve dinsel yapısını dikkate alarak, sevgi ve hoşgörü kültürünün temellerini atmıştır. Uygarlıklar beşiği Anadolu'nun zengin kültür mozaiğini bozmadan; parçalamadan; farklılıklarıyla; sevgi ve hoşgörü temelinde bir araya getirerek ve tasavvufla yoğurarak, Anadolu Aleviliğinin doğmasına öncülük etmiştir. Farklı dillerden, farklı kökenlerden ve kültürlerden gelen insanları bir bilen; ceylanla aslanı dost olarak kucaklayan bu anlayıştır. Bu anlayışın, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinde ifade edilen düşüncelerin temeli olduğu; günümüz insanının, hala bu anlayışa ulaşma çabası içinde olduğu yadsınamaz.
Hacı Bektaş-ı Veli Suluca Karahöyük'te hayata gözlerini yummuş ve burada toprağa verilmiştir. Suluca Karahöyük'te, Hacı Bektaş-ı Veli'nin makamına onun soyundan gelen ve Çelebiler denilen çocukları oturmuşlardır. Suluca Karahöyük adı, daha sonra Hacı Bektaş-ı Veli'ye saygı ile Hacıbektaş'a çevrilmiştir. Bugün Hacıbektaş İlçesi, Nevşehir'e bağlıdır ve turizmin hızla geliştiği noktalardan birisidir.
Makalat, Kitabu'l-Fevaid, Hacı Bektaş'ın Şathiyyesi ve Besmele Tesviri isimli eserlerinin olduğu bilinmektedir. Hacı Bektaş-ı Veli'nin hayatı ve kerametlerini anlatan "Velâyetname" önemli bir eserdir.